ÇOCUKLUKTA YAŞANAN ÇOCUKLUKTA MI KALIR? PANDORA'NIN KUTUSU FİLM İNCELEMESİ

ÇOCUKLUKTA YAŞANAN ÇOCUKLUKTA MI KALIR? PANDORA'NIN KUTUSU FİLM İNCELEMESİ




Pandora'nın Kutusu, Yeşim Ustaoğlu'nun yapımcılığını, senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiği, 4 farklı film festivalinden ödülle ayrılmış 2007 yapımı bir Türk filmi. Senaryoda kendisiyle birlikte Sema Kaygusuz'un da yer aldığını belirtmeden geçmeyelim. 


Filmde, birbirinden kopuk yaşayan üç kardeşin annelerinin köyde kaybolmasının ardından mecburen bir araya gelmeleri üzerine gün yüzüne çıkan çocukluk travmaları, bu travmaların karakterleri üzerindeki etkileri ve günlük yaşantılarına yansıyışları, birbirleriyle olan kavgaları ve iletişimlerinin karşımıza çıktığını görüyoruz. Mutsuz aile hayatının her bir karaktere etkisi, bunların aile ve sevgiliyle olan ilişkilerde kendini nasıl gösterdiğini izliyoruz. Biz de bu yazımızda karakterleri analiz edip davranışlarını filmde bize verilenler çerçevesinde yorumlayarak bir profil çıkarmaya çalışacağız. Bu kısma geçmeden önce olay örgüsünün geliştiği ve karakterler hakkında önemli çıkarımlarda bulunduğumuz bir mekandan bahsedeceğiz. 


İLK İZLENİM OLARAK ARABA 




Araba bir mekan olarak filmde bize çoğu şeyin ipucunu veriyor. Bu mekanda, üç kardeşin zorunlu olarak bir yerde durmaları gerekiyor ve birbirlerine laf atmadan duramıyorlar. Mevzu annenin üzerinden yürüyünce haliyle iş çocukluğa kadar iniyor. Küçük çocuk babasının aslında dağlarda ölmediğini, kendilerini bırakıp gittiğini işte burada, birbirleriyle geçirdikleri onca yıldan sonra bu geçici biraradalıkta öğreniyor. Bu kadar hassas bir konunun rastgele bir anda hiç düşünülmeden söylenmesi, o an içinde bulunulan gergin havanın ve tahammülsüzlüğün bir sonucu aslında. Hepsi birbirinin unutmak istediği çocukluk yaşantısının birinci elden tanığı, bu yüzden yaşantıları ne yöne evrilmiş olursa olsun içlerinde bulundukları asıl durumun karşı taraf kendilerinden daha da farkında. Herkes bu yüzden diğerinin hayatı ve davranışları hakkında objektif fikirler belirtirken bu fikirler kendi hayatları hakkında olduğunda durumun aslında istedikleri gibi olduğuna, yanlış hiçbir şey olmadığına kendileri de dahil diğerlerini de inandırmaya çalışıyorlar. Bu da birbirine destek olmaktan uzak kardeşlerin kurdukları duvarın emniyetsizce aşağı inmesinden kaynaklı gerginliğe bir yenisini daha ekliyor. 


Mutsuz aile yaşantısının karakterleri üzerindeki etkilerinin genel hatlarına ilk burada şahit oluyoruz. Küçük kardeşin rahat tavırlarına karşılık ortanca çocuğun insanlara olan güvensizliği, sağlıklı olmayan ilişkisinin oldukça sağlıklı olduğunu iddia edişi, en büyük çocuğun,  kardeşi erkek arkadaşıyla mesajlaşmaya çalışırken elinden telefonunu almasıyla, arabada huzuru sağlamak amacıyla insanlara sürekli bir şeyler yapmalarını söylemesiyle kontrolcü tavırları kendini gösteriyor. Kısacası mekan olarak araba, bize duygular için geniş bir bakış açısı sağlıyor ve filmin ilerleyen sahnelerinde bu duygular daha ayrıntılı olarak işleniyor. 


Ancak filmde karakter analizi yaparken elimizi kolumuzu bağlayan bir nokta var ki kişilerin çocukken nasıl bir yaşam sürdüğünü, aile içinde yaşanan fiziksel ve psikolojik şiddetin kendini nerede gösterdiğini, olayların asıl boyutunu öğrenemiyoruz. Ortanca çocuk annesinin kendisine çok kötü davrandığını söylüyor ama bu davranışların ne olduğu bize gösterilmiyor. Babanın evi neden terk ettiğini ve terk ettikten sonra annenin üzerine yıkılan ekstra sorumluluğun ve stresin ev ortamında nasıl değişiklikler yaptığına şahit olamıyoruz. Bu da bende filmde bir şeylerin tamamlanmamış olduğu hissini uyandırıyor. 


EN BÜYÜK KARDEŞ: OTORİTER BİR FİGÜR OLARAK NESRİN 




Araba yolculuğunda kardeşlerinin açıkça yüzüne vurduğu ama kendisinin inkar ettiği kontrolcülüğüyle öne çıkan Nesrin evli ve bir çocuk annesi. Çocuğu Murat, günlük yaşantının dayatılan sorumluluklarından sürekli kaçan "aykırı" bir tip. Ebeveynleri ise, özellikle Nesrin, hayatı belirli standartlar içerisinde yaşamayı doğru bulduğundan çocuklarının isteklerini göz ardı ederek, kimilerine göre gerekli bir üzerine titremeyle Murat'ın hayatını kontrol etmeye çalışıyorlar. Ancak bu ters tepiyor. Murat, telefonlarına cevap vermez halde, okula gitmeden, eve dahi gelmek istemeyen mutsuz bir çocuk haline geliyor. Büyük ihtimalle küçüklüğünde etrafında olan biten kötü durumları değiştirmeye gücü olmadığından yetişkinliğinde her şeyi bilme ve kendi isteği doğrultusunda yönlendirme isteği içinde olan Nesrin içinse bu durum katlanılmaz. Çocuğunun peşinde ne kadar koşarsa koşsun eşiyle beraber bir türlü onu istedikleri yola sokamıyorlar ve çocuklarının fikrine ısrarla kulak vermiyorlar. Daha sonra annesinin durumu da bütün bunların üzerine eklenince işlerin iyice kontrolden çıkışını, evlilikle ilgili sorunlarla beraber Nesrin'in psikolojik  savaşının dışa vurumunu seyrediyoruz. 


ORTANCA KARDEŞ: MUTSUZ İLİŞKİSİYLE GÜZİN 




Ortanca çocuk annesine oldukça kırgın ve öfkeli. Küçükken kendisine yapılan ne olduğunu bilmediğimiz birtakım davranışlar yüzünden annelerini aramaya gittikleri araba yolculuğunda annesine üzülmekten oldukça uzak. Büyük kardeşse her ne kadar yaşı küçük olsa da rahat dursaydı olayların böyle gelişmeyeceği gibi bize saçma gelen bir argümanda bulunuyor. Babalarının annelerine yaşattıklarını da göz önüne alması gerektiğini vurguluyor bir yandan ama ortanca kardeşin kabullenemeyişi o ailedeki karı koca ilişkisinde suçlu olanın anne olduğunu söylemeye itiyor. 


Mutsuz aile yaşantısının izlerini ortanca kardeşte insanlara olan güvensizliğinde ve zorlama bir anlayışla yürüttüğü ilişkisinde görüyoruz. Erkek arkadaşında kendisinin gösterdiği ilgiye ve alakaya karşılık bulamıyor, bunun aslında kendisi de dahil kardeşleri de farkında ama yine de bu tek taraflı çabayı göz ardı ederek "mutluluğunu" bozmamaya çalışıyor. Uğruna hastalığından dolayı ilgi gösterilmesi gereken annesini sefalet içinde yaşayan küçük kardeşine bir günlüğüne bırakıyor. Yine kendi uğraşının karşılığını alamayınca öfkeleniyor ve ondan sonra kendisi de içinde bulunduğu vaziyeti kabulleniyor. 


Bu durumu genel olarak ailesinden ilgi görmeyen insanların sevgiyi başka yerde, bir erkek/kız arkadaşta aramalarıyla bağdaştırabilirim. Bu tür ilişkilerde karşı tarafın kısıtlama ve sahip çıkmaya çalışma davranışları sevgi olarak yorumlandığından kişiler zarar görüyor. Ayrıca terk edilmek kişinin içindeki boşluğu büyüteceğinden karşı tarafın ayrılmaması için her şeyi alttan almak gibi bir durum da söz konusu oluyor. Güzin'in ilişkisi gördüğümüz kadarıyla kıskançlık içeren bir ilişki olmasa da ayrılmamak için verdiği çaba ve ilişkisi büyük ihtimalle annesinden görmediği ilgiden, babasının onları terk etmesinden kaynaklanan, ilgi ve sevgi açlığının bir ürünü. 


EN KÜÇÜK KARDEŞ: DAĞINIK OLAN AMA DAHA AZ MUTLU OLMAYAN MEHMET 




Küçük kardeş dünya yansa umurunda olmaz bir karakter. Elektriği kesilse dahi kendi başına bir şekilde ışık yakmanın yolunu bulup bununla dalga geçecek kadar umursamaz. Çok dağınık bir yaşam sürüyor ve filmde sık sık insanlar ibret olsun diye ona parmak uzattıklarında günlük hayatta takıldığı rahat tavrından çıkıp oldukça öfkeleniyor. Çünkü ona göre halinde yanlış olan bir şey yok. Aslında diğerlerinin durumu göz önüne alındığında haksız da sayılmaz. Hayatının kötü olduğunun söylenmesinin sebebi maddi refahtan ve bunun için çalışmaktan uzak bir yaşam sürmesi. Ancak burada önemli bir nokta var ki diğer kardeşler güzel bir eve ve maddi refaha sahip olsalar da yine de mutlu değiller. Hepsi aynı mutsuzluğu yaşıyorken sırf kendileri daha iyi evlerde oturuyorlar diye ondan daha güzel bir yaşam sürmüyorlar. Bu yüzden Mehmet "Dön de kendine bak, senin hayatın çok mu güzel?" diye sorduğunda verilecek cevap pek iç açıcı olmayacağından, kendisini onların küçümsemesi belki de öfkeli tepkinin asıl sebebi. 


DEDESİNİN ADINI TAŞIYAN ÇOCUK: MURAT 




Kız halaya oğlan dayıya sözüyle paralel olarak dayısı gibi dağınık bir yaşam süren Murat, "Dayın gibi mi olmak istiyorsun yani?!" sözleri arasında, "Ne varmış benim halimde?!" diyen dayısına hak vererek aileden uzakta bir yaşam sürüyor. Ailesinin olmasını istediği çocuk profilinden hoşnutsuz, "Fikirlerime hiç değer vermiyorsunuz!" diyerek annesinin klasikleşmiş kontrolcü tavırlarından ve babasının da annesine destek çıkmasından sıkılıp sokaklarda yatıyor. Ancak sürpriz bir şekilde, sevgilisiyle baş başa vakit geçirmek için annesini küçük kardeşine bırakan Güzin'in sayesinde, dayısında kalmaya gitmiş Muratla anneannesi bir araya geliyor ve ikili arasında beklenmedik bir ilişki oluşuyor. Belki de kadının hastalığı yüzünden içinde bulunduğu durumun garipliğini omuz silkerek karşılayıp davranışlarını sorgulamadan ona ayak uydurmasından kaynaklıdır bu tatlı ilişki. Sebebi ne olursa olsun filmin sonunda ikisinin beraber köyde yaşamaya başlamasıyla yaşlı kadın ait olduğu yere, Murat da ailesinden ve sorumluluklarından uzakta, ileride neler yaşanacağı bilinmeyen bu mekana varmış oluyor. 


DAĞLARA HASRET KALMIŞ KADIN: ANNE 




Alzheimer'ı oldukça ilerlediği için en basit günlük işleri bile kendi başına halledemez hale gelen anne figürümüzü filmde ne yazık ki çocuklarına muhtaç olarak görüyoruz. Köyünden koparılarak şehrin kargaşasına karışmış çocuklarının yanında, bir o eve bir bu eve yerleştirilerek huzurundan olan kadın, en sonunda kardeşler kendi hayatlarını idame ettirmekten annelerine sıra gelmeyeceğini anladığından hastaneye yatırılıyor. Şehre ilk geldiğinden beri evlerden dışarılara kaçarak dağına gitmeye çalışırken hastaneye kapatılınca, torunu Murat bu böyle olmaz diyerek anneannesini de alıp köye gidiyor. Orada da kadın trajik bir şekilde, filmin başında kaybolduğu dağa filmin sonunda da koşarak gidiyor. Ancak dağda ne bulmak istediğini ya da orada ona ne olacağını tam olarak kestiremiyorum. 


Filmdeki her karakter için yaptığımız kısa değerlendirmeleri anne'miz için de yapacak olursak mutsuz aile tablosunda birkaç diyalogdan anladığımız kadarıyla kocasından çekmiş, bu kadar stresin içinde belki zaman zaman belki her zaman çocuklarına çektirmiş, baba figürü evi terk edince omuzlarına yüklenen ekstra sorumlulukla çocuklarını bir şekilde büyütmüş, çocuklar evden gittikten sonra tek başına yaşamını idame ettirirken dağda kaybolarak bizi hayatlarına ortak etmiş bir kişilik kendisi. Artık hayatıyla ilgili çok şey hatırlamıyor ve yaptıklarının telafisi için geç belki ama torunun da dediği gibi: "Boş ver, hatırlama, daha iyi." Çocuksu tavırlarıyla filme neşe katan kadın için umuyoruz ki dağlarda istediğini bulmuştur. 

Ve burada üzülerek karakterlerle ilgili yazımı sonlandırıyorum ve gitmeden oyunculuklara olan saygımı da belirtmek istiyorum.



Son olarak film hakkında birkaç şey daha yazacak olursam ucu açık bir başlangıca ve sona sahip olduğunu belirterek başlamak isterim. Bazı duygular hakkında evet böyle olmalı derken bazıları hakkında acaba böyle mi sorusu kafamda çok yankı buldu. Bunun sebebi de belirttiğim gibi kişilerin hayatları hakkında ayrıntılı bilgilere sahip olmamamız. Ama yine de ben bu tiplemelerin senaryoya güzel bir şekilde yansıtıldığını düşünüyorum. Her karakter günlük hayatta karşılaşabileceğimiz türden insanlardı ve izlerken hiçbirini garipsemedim. Zaten günlük hayatta var olan duygu ve davranışları aktarmayı hedefleyen bir filmde olması gereken buydu ve olmuştu. İzlemediyseniz izleme listenize eklemenizi tavsiye ediyorum. 


Okuduğunuz için teşekkürler!