YILDA 500 POUND VE KENDİNE AİT BİR ODA

YILDA 500 POUND VE KENDİNE AİT BİR ODA




Kadınlar ve Kurmaca başlığı altını doldurmak istenirken yazılan Kendine Ait Bir Oda kitabı, okurken sizi olağanca dinginliğin ve sisli bir boşluğun içine hapseden, her satırında bambaşka konuları ve çelişkileri kafanızda uzunca tartışmanızı salık veren, sık sık durup cümlelerin altını çizdiğiniz farkındalık yaratan bir kitap. Ben de bu yazımızda altını çizdiğim cümleler bağlamında farklı konular hakkında irdelemeler yaparak bu tartışmalar zincirine sizleri de dahil edeceğim.  

Woolf'un kitabında ilk işaretlediğim cümleler aslında birçok şeyin temelini ve sebebini oluşturan, yazıda üzerinde sıkça duracağımız ekonomik özgürlük hakkında. Kadınların yıllarca onca aşağılanmaya, küçümsemeye ve istemedikleri şeyleri yapmaya zorlandıklarında "hayır" demelerine engel olan para ve dolaylı olarak gelen güç yoksunluğu, birçok şeyden mahrumiyetin ana sebebi. Kitap da ilk olarak iki cinsiyet arasındaki refah farkına dikkatimizi çeker. "Neden erkekler şarap içerken kadınlar su içiyorlardı? Cinslerden biri o kadar varlıklıyken öbürü neden yoksuldu?" 
Bu yoksulluk kadına ve erkeğe bakışı nasıl etkiliyordu? Yapılan iş para ve nüfuz getirdiğinde kişiye olan saygı da artıyordu. İnsanlar verilen emeğe ve çekilen zorluğa değil karşılığına bakıyordu ve bu da kadının talihsizliğineydi. Toplumda yüksek konumlarda bulunmasına zaten izin verilmeyen kadının ailesini geçindirmek için yaptığı işlere ve getirisine saygı duyulmazken, kendine vakit ayırmadan yetiştirdiği çocuklara ve yaptığı ev işlerine karşılık takdir almalarını bekleyemiyoruz. "Sekiz çocuk yetiştirmiş olan hizmetçi kadının değeri yüz bin pound kazanmış olan avukattan daha mı düşüktü?" diyor Woolf bu konuya istinaden. 

Peki kadınlar neden para kazanamıyordu? Neden ellerinde kendilerini geçindirecek düzenli bir gelirleri yoktu? Çünkü kimse onlara istihdam sağlamıyordu. İngiltere'de belirli bir yıla kadar kadın kazandığı parayı kocasına vermek zorundaydı, kendi kazandığı para için karar verme hakkı yoktu. Erkekler bir şekilde kendilerini kadınlardan üstün bulmayı başarmış ve bunu hayatın her alanına oturtmuştu. Kadınların üzerlerine yıkılan onca günlük işten sonra para kazanmaya vakitleri yoktu, kazansa da elinden alınacağından buna tenezzül etmeye gerek yoktu. 

"Kazandığım her kuruş, diyebilirlerdi, elimden alınacak ve kocam nasıl isterse öyle harcanacak – belki de Balliol’da ya da Kings’te bir burs verilmesine ya da öğretmenlik kadrosu kurulmasına harcanacak, demek ki para kazanmak, kazanabiliyor olsam bile, benim pek de ilgimi çeken bir husus değil."  

Kadınlar ve kurmaca hakkında, yani kadının yazarlığı hakkında konuşurken kendimize ilk olarak bu konu hakkında soru sormamız gerek. Ekonomik özgürlük ve refah durumu kadının yazın dünyasındaki rolünü neden ve nasıl etkiliyordu? Bir kadın evinde oturup boş vaktinde kendi istediği gibi yazamaz mıydı? Eğer yazısı güzelse zaten takdir görüp saygı duyulmaz mıydı? Cevabımız her soruya kesin bir hayır. 

Çünkü günlük işleyişten kafasını kaldırmaya çok az vakti olan kadının, eğitimsizliğinden dolayı yol göstereni olmadan ve 'nasıl'ını bilmeden ortaya güzel bir ürün çıkarması çok zordu. Yazar-okur çevresinde cinsiyetinden dolayı takdir görmediğinden bunu meslek haline getirip tüm vaktini ve enerjisini buna harcaması da mümkün görünmüyordu. Çünkü "Dünya kadına, erkeklere dediği gibi ‘İstersen yaz, umurumda değil’, demiyordu. Dünya kaba kaba gülerek, ‘Yazmak mı?’ diyordu. ‘Yazman ne işe yarıyor?’ " 

Eğer yazısı güzel olursa zaten takdir görüp saygı duyulmaz mıydı kendisine? Burada önce güzel bir yazı için neler gerektiğine bakmak gerek. Bir roman içinde toplumun kendini bulduğu kadar ölümsüzdür, dediğini hatırlıyorum Woolf'un bir bölümde. Başarılı bir roman yazmak için toplumu yazmak gerekir. Toplumu yazabilmek için de önce onu tanımak gerekir haliyle. Onunla iç içe geçilmeli, dünyayla sürekli iletişim halinde olunmalı. İşte burada tecrübe faktörü giriyor işin içine. Kadının dış dünyayı tecrübe edemeyişi, bir şeyler üzerinde tartışamayışı, insanlar üzerinde gözlem yapamayışı ve bunları yapması için özgürlüğü, izni ve parası olmayışı yazarlık kariyerini etkiliyordu. Dünyası birkaç göz odadan, dört duvar içinde toplum namına evine gelip giden insanlardan ibaret olunca nasıl romanı roman yapan "toplumu  yazabilme"yi başarabilirdi? Her gün birbirinin aynısı günlerle hayatını idame eden birinden yaratıcılık konusunda kendisinde var olana bir şeyler eklemesini bekleyemeyiz. 

"Yeteneğini tek başına, kırların ötelerine bakarak harcamasaydı, deneyim kazanmasına, insanlarla ilişki kurmasına, seyahat etmesine izin verilseydi, bundan yeteneğinin ne kadar daha kazançlı çıkacağını herkesten daha iyi biliyordu." 

Kendine Ait Bir Oda kitabı kalın bir kitap olmamasına rağmen içi oldukça yoğun. Birkaç cümleyle zihnimizi derin düşüncelere iten kitabın başlığı da aslında çok şey ifade ediyor bizim için; üzerinde yeterince düşündüğümüzde kadınlar için her anlamda özgürlüğü anlayıp anlatabileceğimiz bir öncül. Çünkü 2022 yılında bir kadının bir odada tek başına saatler geçirebilmesi bize oldukça mümkün gelse de 19.yy'da iki üç gözlü küçük evlerde kalabalık bir ailenin içinde yapacak bir sürü işi olan o kadınlar için bir odada birkaç saat yalnız kalabilmek mümkün değildi. Bir şeyler yazdığının görülmesi durumunda kendisine yöneltilecek küçümseyici ve kınayıcı bakışlardan korunmasını sağlayacak bir odası yoktu. Bunu elde edebilmesi için, kendine ait bir odada saatlerini bir işe parasal olarak karşılığını alamayacağından emin verebilmesi için düzenli bir geliri olması gerekti. Böylece kimseye bir şey konusunda hesap vermek, bir erkeğin boyunduruğu altında yaşamak zorunda kalmayacaktı. Peki bu geliri nereden elde edecekti? Eğitime ihtiyaç duymayan, kadın olduğu için yapılmasına izin verilecek, kendisini geçindirmeye yetecek, bir şeyler yazmasına imkan verecek yoğunlukta olmayan bir iş var mıydı sahiden? Kendine ait bir oda, aslında her şeyin anahtarıydı. 

Peki erkekler kendilerini neden kadınlardan üstün görüyordu? Neden iki cinsiyet arasında sürekli bir kıyaslama yapılıyor ve bunun hakkında onlarca kitap yazılıyordu? Woolf'un tabiriyle "Evrende en çok tartışılan hayvan olduğumuzun farkında mısınız?" 

Bazı erkekler kadınları sevmiyordu. Bu yüzden onların kendilerinden aşağıda olduğu düşüncesi oldukça tatmin ediyordu kendilerini. Peki bu nefretin kaynağı neydi? Herhangi bir yaşanmışlık mı söz konusuydu? Annesi, kız kardeşi, belki hoşlandığı bir kadın yüzünden miydi? "Freud'un savını kullanmak gerekirse, beşikteyken güzel bir kız alay mı etmişti onunla?" 

Belki de birinden üstün hissetmenin verdiği hissiyat ve yaşanılan özgüvendi erkeklerde bu tabuyu yıkamayan. Çünkü bir erkeğin kadınlardan üstün olması aslında dünyanın yarısından üstün olması demekti. Bu fikir oldukça cazip geliyor olmalıydı. Eğitim alanlar bir kenarda dursun, kadın olmaması dışında hiçbir niteliği olmayan erkeklere çok daha cazip geliyor diyor kitapta. Hayatlarında kendilerini tatmin edecek tek bir olguya sahipler aslında. Ancak bu düşünceye sadece niteliksiz erkekler sahip değildi. Toplumun takdir ettiği ve örnek aldığı Napoléon ve Mussolini gibi isimlerin de kadınların erkeklerden aşağıda olduğunda oldukça ısrarcı olduğunu belirtiyor kitapta. "Eğer onlar aşağıda olmasalardı kendileri büyüyemezlerdi." 

Durum böyle olunca kadınların kendileri hakkında herhangi bir eleştiride bulunması ise çokça endişelendiriyordu kendilerini. "Ayrıca erkeklerin, kadının eleştirisi karşısında ne kadar tedirgin olduklarını, aynı eleştiriyi yapan bir erkeğin verebileceğinden daha fazla acı vermeden, erkeği daha çok öfkelendirmeden kadının, bu kitap kötü, şu resim zayıf filan demesinin nasıl olanaksız olduğunu da açıklamaya yarıyor." 

Peki bu kesim, onların kadınlardan üstün olmadıkları kendilerine kanıtlanmaya çalışılınca nasıl tepki verebilirler? Bu üstünlüğün ellerinden alınması ihtimali doğal olarak oldukça öfkelendiriyor onları. Kadın hakları savunulmaya başlandığında karşıt fikir yürütüp çabaların bastırılması için ellerinden geleni yapıyorlar. Oysa kendilerinden aşağıda olan bir cinsin çabalarını neden umursasınlar ki?  Oy kullanma hakkında yürütülen protestoyla konuya açıklık getiriyor Woolf. Erkeklere: "Kadınların sizden bir farkı yok, siz oy kullanabiliyorsanız biz de kullanabiliriz." diyerek meydan okunması onları bu konu hakkında karşıt fikir belirtmeye itmiştir diyor. Yoksa bu kadar erkek "siyah boneli birkaç kadına" neden karşılık versindi ki? 



Kitapta evet hakikaten böyle dediğim bir başka konuysa kadınlara kurmacalarda verilen değerin gerçek hayattan çok çok farklı olmasıydı. Athena'da, o zamanlar kadınlara köle gözüyle bakılmasına rağmen sahnelenen oyunlarda ‘kadın düşmanı’ Euripides’inkiler de dahil bir sürü yüce, erdemli ve toplumun gönlünü kazanan kadın kahramanlar olduğunu görüyoruz. Günlük hayatta saygın bir kadın tek başına sokağa adım atamazken, sahnede erkeklerle eşit hatta bazı erkeklerden daha üstün bir konuma gelebiliyordu. Bunun yanında kadınlar yazılan senaryolarda hep de kahraman konumda değildiler. Bazen kıskanç, iki yüzlü, acımasız, hikayeye lazım olan kötü karakterin sahip olması gereken her şeydiler. Eşinin, komşusunun mutluluğunu istemeyen çıkarcı, fesat kişiler olarak yerleşmişlerdi. Bu da toplum önyargısını pekiştiriyordu. Bunun yanında kadınlar şiir kitaplarının, romanların içinde olağanüstü güzellikte, bir kralın aklını çelecek kadar özel, hayatta herhangi bir şeyden daha değerli, oldukça zeki ve eğitimliyken gerçek hayatta parmaklarına zorla yüzük takılan, okuma yazması neredeyse olmayan, kocalarının malı olarak görülen varlıklardı. Ve çoğu hikayede kadınlar doktor, garson, öğretmen gibi belirli sıfatlarla tek başlarına bir birey olarak değil şunun sevgilisi, bunun karısı olarak kendilerine yer buluyorlardı. 

Son olarak yazımızı bitirmeden önce, size çok değerli düşüncelerin yer aldığı kitapta işaretlediğim her cümleyi aktaramadığımı belirtmek istiyorum. Konuyla bütünlüğü sağlanamayan ya da bir şekilde yazdıklarımla birleştiremediğim bu cümleler, Woolf'un yarattığı harika atmosferle okuyucuya çok güzel bir okuma deneyimi sunuyor. Bu yüzden bu kitabı alıp mutlaka okumanızı, üzerinde yeterince tartışmanızı öneriyorum. 

Veda etmeden Woolf'un son sayfalarında bizlere ilettiği bir mesaja burada çokça yer vermek istiyorum. 

"Sizlerden sorumluluklarınızı hatırlamanızı, yükselmenizi, daha akıllı olmanızı rica ediyorum; ne kadar çok şeyin size bağlı olduğunu, gelecek üzerinde ne kadar etkiniz olabileceğini hatırlatmalıyım." 

Kendinize iyi bakın, görüşmek üzere!