YAŞAMIN AZİZ LÜZMU: ANLAYIŞ ZİNCİRİ
Üç koşuşturmadan bir buçuk dinlenmeyi kovaladığımız, insanların birbirlerini anlamak istemedikleri yahut anlamaktan kaçtığı şu güzelim günlerden hepimize merhaba! Bu haftaki konumuz bir hayli ağır, ağır olduğu kadar da ince bir husustur. O halde inceden sohbetimize başlayalım.
Anlamak sözcüğü; Arapça "dikte etmek, yazı yazdırma", Aramice/ Süryanice "doldurma" kökünden türetilmiştir. Türk lügatında "1- Bir sözün, bir kimsenin, bir olay, olgu ya da davranışın ne demek olduğunu, neyi gösterdiğini kavramak. 2- Yeni bilgileri eskileriyle birleştirerek bir sonuca ulaşmak, bir tür çıkarsama (çıkarım) yapmak" tanımlarını karşılamaktadır. Gel gelelim kendime has tanımıma. (Biliyorum biliyorum siz de özlediniz bu tanımları :)
Anlamak, "an", anı anlamak, anı yakalamaktan (bir diğer deyişimizle "Carpe diem!") gelir. An azizim, "1- Göz açıp kapayıncaya değin geçen zaman, bölünemeyecek denli kısa bir zaman parçası. 2- Gerçek süresi ne olursa olsun, çok kısa zaman" demektir. An geri gelemez. Yani dostum, an'ların katili ama'larla" anı küstürmeyin. Tükettiğiniz kadarıyla güzelleşir an; zira an yaşamınızdaki anadır. Nasıl bir ana (yurt) olmadan bir yavru büyüyemez yahut eksik kalır, aynı şey an içinde geçerlidir. An olmadan anı biriktiremeyiz dolayısıyla kendimizi anlayamayız. Zira sandığımızda anamızdan ve anılarımızdan bir koku dahi kalmadığında, insan unutur. Unutunca dostlarım, insan kendini unutunca... (Buraya Esmeray ablamızdan Unutama Beni alırız..) Sıfırlanır ve henüz yürümeyi öğrenen bebeği kucağa alıştırmak gibi tembellenir ve bebeğin yeniden emeklemeye başlaması gibi; yeniden başlar kendisiyle anı biriktirmeye. Oysaki fotoğraf kareleri de unutmamak için yok mudur? O anın kokusunu doyasıya çekmek için...

Kendini anlamayan bir toplumdan insanları anlamasını, dolayısıyla anlayışlı olmasını da bekleyemeyiz. Peki Hatice Saadet Hanım, metaforunu yaptın da biz anı nasıl yakalayacağız? Diyorsanız, buyrun takılın peşime.
&Carpe Diem!
*(Başlığı kesinlikle Ölü Ozanlar Derneği'nden esinlenmemişimdir ve şiddetle önermiyorumdur (!))*
Kedi sevmek gibidir anı yaşamak, korkmadan (tırmalamasından mesela), acaba'lardan uzak ve ürkütmeden sevmek... Anı kaçırmayın diye o yüzden diyorum azizim. Anı yaşamaktan korkmayınız, anı da ürkütüp kaçırmayınız.
Akışına bırakmalı mesela, anı yaşıyor muyuz diye düşünmeden akıtmalı anı, bardaktan boşanırcasına. Stresten ve toksik insanlardan uzak durmalı misal, bir karın ağrısından farklı olmalı değil mi?
Ah dostlarım, anı yaşamak için hiçbir şeye ihtiyacınız yok. Yeter ki ihtiyacınız olduğunu düşünmeyin. O anın güzelliğinin, acısının ve çirkinliğinin yahut tatlılığının keyfini çıkarın. Oh, teferruatlar uçup gitti!
Gel gelelim anı yaşamak anlamayı, anlamaksa anlayışı doğurur beraberinde. Bugünkü görseller dikkatinizi çekti mi; yaşlılar, çocuklar, hayvanlar... Hepsi anlayışı hak ediyor. Misal dostum, anı sandığının kokusunu sembolize eden yaşlıları; masumiyetin sembolü çocukları; saflığın ve şefkatin sembolü hayvanları, anlamak lazım. Biraz anlayış azizim...
Çocuklar mesela en saf halleriyle gülümserler, o ama parlak ama hüzünlü ama ürkek bakışlarınızın içine. Bir masum umut bırakırlar yüreğinize ve kirletmemek gerekiyor, o masumiyeti. Bilmedikleri, ayıpladığımız sözcükleri veriyoruz dillerine, sonra "Nereden geliyor edep?" diye düşünüyoruz uzun uzun. Hoş, umarım uzun uzun düşünüyoruzdur. Şimdi, dünyada üstünlük farkımız olan düşünce yetimizi bile kullanamaz olduk ama... Düşünmek gerek azizim, önce insanın, sonra bireyin, annenin- babanın ve genç insanların... Düşünmeye muhtacız şu sınavlı acı, ama tatlı, buruk dünyada. En çok yaşamak, yaşatmak ve anı yakalamak için...
Hoş sohbetime katıldığınız ve düşündüğünüz için teşekkür ederim, bir dahaki hususumuzda görüşmek üzere; anlayışlarla kalın.
Görüşmeye katılın