İNCELEME: ÇATAL DİL
İNCELEME: ÇATAL DİL
Çatal Dil, William Golding'in Nobel Edebiyat Ödüllü, MÖ birinci yüzyılda geçen romanıdır.
Bu neredeyse her sayfası derslerle dolu, okuma zevki yüksek, tabiri caizse su gibi akıp giden romanımızın ana karakteri Arieka'dır.
Arieka, yaşlılığında hayatının 60 yılını gözden geçirerek çocukluğundan itibaren önemli anıları tabletlere aktarır. Biz de bu aktarılanları okuruz. Sevgisiz bir ailede yaşadığı için geçirdiği mutsuz çocukluğu ve kız çocuğu olarak dünyaya geldiği için son derece kısıtlı özgürlüğüyle hayatta büyük bir bıkkınlık yaşayan Arieka, bir gün Delphi şehrinin ünlü tapınağının Yüksek Rahip'i İonides tarafından Pythia olarak seçilir. Pythia'lar tanrı sözcüsüdür, Delphi şehrinde Apollon adına kehanette bulunurlar; insanların sorduğu cevaplara tanrı, Pythia'lar aracılığıyla cevap verir. Arieka da bu görevi yerine getirmek üzere evinden alınır. Seçilmesinin sebebi ise iki farklı hikayeye dayanır: Birincisi tavada neredeyse pişmek üzere olan balığın Arieka sayesinde suya atlayarak normal bir şekilde yüzmeye devam etmesi, diğeri ise evlerinde yaşayan bir kölenin hasta çocuğunun Arieka ona dokunduktan sonra iyileşmesi. İlk hikayenin doğruluğundan emin olmamakla birlikte, balığın suya atlayıp yüzdüğü kısmını sadece onu pişiren köle görmüştür, ikinci hikayeyi ise bizzat Arieka'nın gözünden görüyoruz.
İncelememize başlamadan önce kitabın geçtiği döneme biraz yakından bakmak gerek. Kitabımız çoğunlukla Delphi şehrinde geçer. O dönemlerde Roma hakimiyeti vardır ve Yunanlar bundan fazlasıyla rahatsızdır. Romalılardan haz etmezler ve onlara karşı ırkçı bir tavır söz konusudur. Ayrıca kölelik vardır ve kadınların yüzü açık gezebildiği şehirler medeni sayılır. Kadınların ve kızların hor görüldüğü, küçümsendiği bir dönemdir ve Arieka da bundan fazlasıyla muzdariptir.
Kitabın başlarından sonuna kadar bu muzdaripliği ve bunun hakkındaki sorgulamaları görüyoruz. Geçmişe dönüp baktığında bebekliğindeki kesik kesik anıları incelerken bir 'yarığa' baktığını söyler Arieka ve ekler: "Deneysel bir çaba benimkisi, yarığın nereye açıldığını bilmeden bakıyorum; ne işe yaradığını ve beni tanımlayacağını bilmeden. Başka bir yerde değil de burada olmamın sebebi budur."
Bebekliğiyle beraber Pyhtia olmasına kadar geçen çocukluk dönemlerini de gözden geçirir. Oldukça zengin bir ailede doğan Arieka, zenginliğin sonucu olarak "elalem ne der" sözleri arasında kız olduğu için davranışlarına oldukça dikkat etmek zorundadır. Herhangi bir eğitim verilmez ya da abileri gibi başka şehirlere iş öğrenmeye gönderilmez, günlerini evde, aynı şeyleri yaparak geçirir. Ailesi evlenip evden gideceği günü beklemektedir. Bu konuda da sözlü ve sözsüz zorbalığa maruz kalır. Çünkü "çirkin" bir kızdır ve söylediklerine göre biriyle evlenmesi için ona normalin iki katı kadar çeyiz koymaları gerekmektedir. Bu da yetmezmiş gibi çocukken maruz kaldığı bir olayın başkarakakteriyle evlenmek zorunda bırakılır bir gün. Olay ise şudur: Komşularının oğlu ve Arieka'yla başka bir kız oyun oynarlar. Oyun, iki kızın oğlanın kölesi olmasıdır. Oyunda köleler artık özgür olmadığında sahipleri çıplak kalçalarına vurur ve oğlan da kızlara aynı şeyi yapar. Daha sonra çocuk olan Arieka dadısına bunun uygulanıp uygulanmadığını sorar. Ondan sonra olayı anlayan dadı bunu Arieka'nın annesine söyler. Karşılık olarak Aerika, kuru ekmek, su ve tüm gün nakışla cezalandırılır. Babası bu cezayı verme sebebini şöyle açıklar annesine: "Bu tür durumlarda Demetria, kabahat çoğu zaman kızdadır." Aerika bu olayla ilk kez mutsuzluğu tadar. "Çocukken kızların kız olduklarını bilmemekten gelen mutluluklarını henüz bilmedikleri bir dönem vardır." Arieka kız olduğunun farkına varır ve bu mutlu dönem geride kalır.
Büyüdüğünde, evlenme yaşı geldiğinde, taliplerin arasında bu oğlan da vardır ve ailesi -babası- onunla evlenmesini söyler. Arieka hayır dese de bunun bir önemi yoktur. O da evden kaçar, daha doğrusu kaçmaya çalışır ama beceremez. Yolda av köpekleri tarafından saldırıya uğrar ve ailesini rezil eder. Oğlan da evlenmekten vazgeçer. Onu ise evde oluşan bu yeni kargaşadan İonides kurtarırır. Büyük Hanımefendi (1.Pythia) ve Genç Hanımefendi (2.Pythia) yanında bir gün onların yerini almak için eğitilmeye, tapınağa götürülür. Ondan sonra olay örgümüz daha da hareketlenir. Çünkü Arieka tapınağa geldikten kısa bir süre sonra 1. ve 2. Pythia ölür. Artık tanrı sözünü iletecek bir tek o kalmıştır. Baharın gelişiyle düzenlenen törende insanlar, önemli insanlar, Pythia'ya gelecekleri hakkında soru sorar ve tanrıdan gelecek cevabı beklerler. Bu görev ise törene az bir süre kala ölen Pythia'lardan sonra Arieka'ya kalır.
Yapılan tören ise şu şekilde olur: Büyük Hanımefendi (baş Pythia) ufak bir ritüelden sonra Baş Rahip İonides tarafından iletilen sorulara tanrının cevaplarıyla karşılık verir. İonides de bu cevapları soran kişiye iletir ve bu birçok insanın önünde olur. Tabii Pythia ve Baş Rahip bu sırada kutsal mağaranın içinde bulunurlar.
Ancak burada ufak bir dalavere döner. Verilen cevaplar aslında tanrının değil Pythia'nındır. Çünkü tanrılar her zaman sorulan sorulara cevap vermez. İnsanları hayal kırıklığına uğratıp tapınağın maddi gelirini kesmemek için sorulan sorulara Pythia'nın kendisi üstü kapalı cevaplar verir ve insanlar kandırılır. Her ne kadar Arieka'nın katıldığı 2.soru cevap gününde gerçekten tanrı ağzıyla cevaplar verilmiş olsa da kalan zamanlarda cevaplar Pythia'nın ağzından çıktıktan sonra İonides'in düzenlemeleriyle kişiye aktarılır. Burada ise din üzerinden bir sömürü söz konusudur. Pythia'mız bundan rahatsızdır ve İonides'e sık sık bu konuda rahatsızlığını dile getirir ancak bu bir şeyi değiştirmez, o da bu yalanı sürdürmeye devam eder
Arieka aslında dinle büyümüş bir kızdır ve tanrılara inanır. Ancak onlardan şüphe eder, birazcık da kalbi kırıktır. Tanrıların kendisine yardım etmediğine inanır. "Bir an tanrıların bana sırtlarını döndüğünü hatırladım. Bana sırtlarını dönmüşlerdi, ya da onlar adına sırtlarını ben çevirmiştim."
Eksik bir inançla geçirdiğini düşünür hayatını. Kendine karşı dürüst olur. "Yarım yamalak bir inançla geçirdiğim; inandığım şeylerin yaşayan gerçekler olduğu hakkında bıkıp usanmadan kanıt aradığım ona yılın ardından hâlâ inanıyor muyum?" Bu kısmı oldukça önemlidir. Çünkü Arieka olduğu kanıtlanan tanrılara inanmaz, inandığı tanrının varlığını kanıtlamaya çalışır kendi kendine. O dönemde insanların çoğunun yaptığı şey de budur aslında. Ya hiç sorgulamazlar ya da mucize olduğunu düşündükleri her şeyi tanrılara bağlayarak inançlarını tatmin ederler. "İnsanın inandığını söylediği şeye her zaman inanmadığını bilebilmek için fazla genç, fazla cahildim." Kısaca böyle özetler.
Kafasının sıkça karışık olduğunu da ekler kitapta Arieka. Bunu yine kadın olmasına bağlar. "Ama benim kafam gerçekten karışık ve hiçbir şey anlayamıyorum. Sanırım kafamın karışık olmasının sebeplerinden biri, kadın olmam; nasıl düşüneceğim bana asla öğretilmediği için, belki biraz da kendim olduğum için kafam karışık. Bizim konumumuzdaki oğlanlara, düşünmek öğretildi ya da en azından, düşünmeyi öğrendiklerini düşünmek öğretildi."
Gelgelelim Aerika'yı atlatıp kitaptaki bir diğer önemli isme, Baş Rahip İonides'e. Kendisi aslında tanrı inancı yok denecek kadar zayıf bir adamdır. İnsanlar tapınağa maddi bağışta bulunsun diye tanrı ağzından çıkmayan sözleri düzenleyip insanlara iletir ancak yaptıkları bu kadar da değildir. Sorulacak olan soruları önceden bilip ona göre cevap hazırlayabilmek için diğer tapınaklardan istihbarat toplama işini de yapar. Bunun yanında aslında kitabın sonunda ortaya çıkıyor ki bu istihbaratların amacı sadece sorulacak soruları öğrenmek değil, aynı zamanda Roma'ya başkaldırmak.
Yazımızın başında Yunanların Romalılardan hiç haz etmediğini söylemiştik. Onları bilimden ve sanattan yoksun barbar insanlar olarak nitelendirirler. Ancak Arieka'nın aktardığına göre, topraklar Roma hakimiyetine girmeye başladığı zaman uzun süren savaşlar ve çatışmalar son bulmuş, ortama huzur hakim olmuştu. Buna rağmen herkes Romalıların başlarından çekilmesini istiyordu. Kitapta ticaret yapan bir Fenikeli bunun hakkında şöyle bir tespitte bulunur: İnsanlar iyi ve adil bir yabancının yönetimi altında olmaktansa, ne kadar sert bir yönetimi olursa olsun, kendi içlerinden bir haydutun yönetimi altında olmayı tercih ediyorlar.
Bu bana kalırsa özgürlük hissiyle alakalı. Başka milletten, özellikle sevmedikleri ırktan birilerinin hakimiyeti altında olmaları insanlarda gurur kırıcı bir kısıtlanma hali yaratıyor.
Hazır özgürlük kavramına giriş yapmışken burada "kölelik"ten de konuşmak istiyorum. Günümüz şartlarında bize çokça insanlık dışı bir davranış olarak gelse de o zamanlar epey normal bir durum. Savaş sonucu ele geçirilen veya suç işledikleri için köle olarak cezalandırılan insanların yanında bir de doğuştan köleler var. Ailesi bir evde köleyse eğer doğan çocuk da kurallar gereği o evin kölesi haline geliyor ki kimse doğacağı aileyi seçemeyeceği için bunun ne kadar mantık dışı bir davranış olduğunu hepimiz rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bizim fikrimizden sonra kitapta bununla ilgili söylenen, düşünülen, birkaç cümleye yer vermek istiyorum. Bu düşünceler genel olarak insanların statü olarak değil başka durumlarla köle konumunda olabileceğiyle alakalı. Aerika'mız bu konuya şöyle örnek veriyor: "Eğer kölelik özgürlüğün kısıtlanmasıysa, hiç kuşku yok ki, mesela maden ocaklarında birçok gerçek köle var. Bunun yanında hepimizin tanrıların ya da tanrılar ideasının köleleri olduğumuz veya iş oraya kadar varırsa, yasaya tabi olduğumuz söylenebilir."
Evet sevgili okurlarımız, bu inceleme yazısının sonuna gelmiş bulunmaktayız. Açıkçası benim en sevdiğim kitaplardan biri haline geldi bu eser. Gerek akıcılığı gerek içerdiği derslerle. Hepinize, eğer okumadıysanız, mutlaka okumanızı öneriyorum ki benim burada yer veremediğim daha nice güzel cümleler var.
Herkese okuduğu için çok çok teşekkür ediyorum. Bir sonraki inceleme yazılarımızda görüşmek üzere, hoşça kalın!
Bu neredeyse her sayfası derslerle dolu, okuma zevki yüksek, tabiri caizse su gibi akıp giden romanımızın ana karakteri Arieka'dır.
Arieka, yaşlılığında hayatının 60 yılını gözden geçirerek çocukluğundan itibaren önemli anıları tabletlere aktarır. Biz de bu aktarılanları okuruz. Sevgisiz bir ailede yaşadığı için geçirdiği mutsuz çocukluğu ve kız çocuğu olarak dünyaya geldiği için son derece kısıtlı özgürlüğüyle hayatta büyük bir bıkkınlık yaşayan Arieka, bir gün Delphi şehrinin ünlü tapınağının Yüksek Rahip'i İonides tarafından Pythia olarak seçilir. Pythia'lar tanrı sözcüsüdür, Delphi şehrinde Apollon adına kehanette bulunurlar; insanların sorduğu cevaplara tanrı, Pythia'lar aracılığıyla cevap verir. Arieka da bu görevi yerine getirmek üzere evinden alınır. Seçilmesinin sebebi ise iki farklı hikayeye dayanır: Birincisi tavada neredeyse pişmek üzere olan balığın Arieka sayesinde suya atlayarak normal bir şekilde yüzmeye devam etmesi, diğeri ise evlerinde yaşayan bir kölenin hasta çocuğunun Arieka ona dokunduktan sonra iyileşmesi. İlk hikayenin doğruluğundan emin olmamakla birlikte, balığın suya atlayıp yüzdüğü kısmını sadece onu pişiren köle görmüştür, ikinci hikayeyi ise bizzat Arieka'nın gözünden görüyoruz.
İncelememize başlamadan önce kitabın geçtiği döneme biraz yakından bakmak gerek. Kitabımız çoğunlukla Delphi şehrinde geçer. O dönemlerde Roma hakimiyeti vardır ve Yunanlar bundan fazlasıyla rahatsızdır. Romalılardan haz etmezler ve onlara karşı ırkçı bir tavır söz konusudur. Ayrıca kölelik vardır ve kadınların yüzü açık gezebildiği şehirler medeni sayılır. Kadınların ve kızların hor görüldüğü, küçümsendiği bir dönemdir ve Arieka da bundan fazlasıyla muzdariptir.
Kitabın başlarından sonuna kadar bu muzdaripliği ve bunun hakkındaki sorgulamaları görüyoruz. Geçmişe dönüp baktığında bebekliğindeki kesik kesik anıları incelerken bir 'yarığa' baktığını söyler Arieka ve ekler: "Deneysel bir çaba benimkisi, yarığın nereye açıldığını bilmeden bakıyorum; ne işe yaradığını ve beni tanımlayacağını bilmeden. Başka bir yerde değil de burada olmamın sebebi budur."
Bebekliğiyle beraber Pyhtia olmasına kadar geçen çocukluk dönemlerini de gözden geçirir. Oldukça zengin bir ailede doğan Arieka, zenginliğin sonucu olarak "elalem ne der" sözleri arasında kız olduğu için davranışlarına oldukça dikkat etmek zorundadır. Herhangi bir eğitim verilmez ya da abileri gibi başka şehirlere iş öğrenmeye gönderilmez, günlerini evde, aynı şeyleri yaparak geçirir. Ailesi evlenip evden gideceği günü beklemektedir. Bu konuda da sözlü ve sözsüz zorbalığa maruz kalır. Çünkü "çirkin" bir kızdır ve söylediklerine göre biriyle evlenmesi için ona normalin iki katı kadar çeyiz koymaları gerekmektedir. Bu da yetmezmiş gibi çocukken maruz kaldığı bir olayın başkarakakteriyle evlenmek zorunda bırakılır bir gün. Olay ise şudur: Komşularının oğlu ve Arieka'yla başka bir kız oyun oynarlar. Oyun, iki kızın oğlanın kölesi olmasıdır. Oyunda köleler artık özgür olmadığında sahipleri çıplak kalçalarına vurur ve oğlan da kızlara aynı şeyi yapar. Daha sonra çocuk olan Arieka dadısına bunun uygulanıp uygulanmadığını sorar. Ondan sonra olayı anlayan dadı bunu Arieka'nın annesine söyler. Karşılık olarak Aerika, kuru ekmek, su ve tüm gün nakışla cezalandırılır. Babası bu cezayı verme sebebini şöyle açıklar annesine: "Bu tür durumlarda Demetria, kabahat çoğu zaman kızdadır." Aerika bu olayla ilk kez mutsuzluğu tadar. "Çocukken kızların kız olduklarını bilmemekten gelen mutluluklarını henüz bilmedikleri bir dönem vardır." Arieka kız olduğunun farkına varır ve bu mutlu dönem geride kalır.
Büyüdüğünde, evlenme yaşı geldiğinde, taliplerin arasında bu oğlan da vardır ve ailesi -babası- onunla evlenmesini söyler. Arieka hayır dese de bunun bir önemi yoktur. O da evden kaçar, daha doğrusu kaçmaya çalışır ama beceremez. Yolda av köpekleri tarafından saldırıya uğrar ve ailesini rezil eder. Oğlan da evlenmekten vazgeçer. Onu ise evde oluşan bu yeni kargaşadan İonides kurtarırır. Büyük Hanımefendi (1.Pythia) ve Genç Hanımefendi (2.Pythia) yanında bir gün onların yerini almak için eğitilmeye, tapınağa götürülür. Ondan sonra olay örgümüz daha da hareketlenir. Çünkü Arieka tapınağa geldikten kısa bir süre sonra 1. ve 2. Pythia ölür. Artık tanrı sözünü iletecek bir tek o kalmıştır. Baharın gelişiyle düzenlenen törende insanlar, önemli insanlar, Pythia'ya gelecekleri hakkında soru sorar ve tanrıdan gelecek cevabı beklerler. Bu görev ise törene az bir süre kala ölen Pythia'lardan sonra Arieka'ya kalır.
Yapılan tören ise şu şekilde olur: Büyük Hanımefendi (baş Pythia) ufak bir ritüelden sonra Baş Rahip İonides tarafından iletilen sorulara tanrının cevaplarıyla karşılık verir. İonides de bu cevapları soran kişiye iletir ve bu birçok insanın önünde olur. Tabii Pythia ve Baş Rahip bu sırada kutsal mağaranın içinde bulunurlar.
Ancak burada ufak bir dalavere döner. Verilen cevaplar aslında tanrının değil Pythia'nındır. Çünkü tanrılar her zaman sorulan sorulara cevap vermez. İnsanları hayal kırıklığına uğratıp tapınağın maddi gelirini kesmemek için sorulan sorulara Pythia'nın kendisi üstü kapalı cevaplar verir ve insanlar kandırılır. Her ne kadar Arieka'nın katıldığı 2.soru cevap gününde gerçekten tanrı ağzıyla cevaplar verilmiş olsa da kalan zamanlarda cevaplar Pythia'nın ağzından çıktıktan sonra İonides'in düzenlemeleriyle kişiye aktarılır. Burada ise din üzerinden bir sömürü söz konusudur. Pythia'mız bundan rahatsızdır ve İonides'e sık sık bu konuda rahatsızlığını dile getirir ancak bu bir şeyi değiştirmez, o da bu yalanı sürdürmeye devam eder
Arieka aslında dinle büyümüş bir kızdır ve tanrılara inanır. Ancak onlardan şüphe eder, birazcık da kalbi kırıktır. Tanrıların kendisine yardım etmediğine inanır. "Bir an tanrıların bana sırtlarını döndüğünü hatırladım. Bana sırtlarını dönmüşlerdi, ya da onlar adına sırtlarını ben çevirmiştim."
Eksik bir inançla geçirdiğini düşünür hayatını. Kendine karşı dürüst olur. "Yarım yamalak bir inançla geçirdiğim; inandığım şeylerin yaşayan gerçekler olduğu hakkında bıkıp usanmadan kanıt aradığım ona yılın ardından hâlâ inanıyor muyum?" Bu kısmı oldukça önemlidir. Çünkü Arieka olduğu kanıtlanan tanrılara inanmaz, inandığı tanrının varlığını kanıtlamaya çalışır kendi kendine. O dönemde insanların çoğunun yaptığı şey de budur aslında. Ya hiç sorgulamazlar ya da mucize olduğunu düşündükleri her şeyi tanrılara bağlayarak inançlarını tatmin ederler. "İnsanın inandığını söylediği şeye her zaman inanmadığını bilebilmek için fazla genç, fazla cahildim." Kısaca böyle özetler.
Kafasının sıkça karışık olduğunu da ekler kitapta Arieka. Bunu yine kadın olmasına bağlar. "Ama benim kafam gerçekten karışık ve hiçbir şey anlayamıyorum. Sanırım kafamın karışık olmasının sebeplerinden biri, kadın olmam; nasıl düşüneceğim bana asla öğretilmediği için, belki biraz da kendim olduğum için kafam karışık. Bizim konumumuzdaki oğlanlara, düşünmek öğretildi ya da en azından, düşünmeyi öğrendiklerini düşünmek öğretildi."
Gelgelelim Aerika'yı atlatıp kitaptaki bir diğer önemli isme, Baş Rahip İonides'e. Kendisi aslında tanrı inancı yok denecek kadar zayıf bir adamdır. İnsanlar tapınağa maddi bağışta bulunsun diye tanrı ağzından çıkmayan sözleri düzenleyip insanlara iletir ancak yaptıkları bu kadar da değildir. Sorulacak olan soruları önceden bilip ona göre cevap hazırlayabilmek için diğer tapınaklardan istihbarat toplama işini de yapar. Bunun yanında aslında kitabın sonunda ortaya çıkıyor ki bu istihbaratların amacı sadece sorulacak soruları öğrenmek değil, aynı zamanda Roma'ya başkaldırmak.
Yazımızın başında Yunanların Romalılardan hiç haz etmediğini söylemiştik. Onları bilimden ve sanattan yoksun barbar insanlar olarak nitelendirirler. Ancak Arieka'nın aktardığına göre, topraklar Roma hakimiyetine girmeye başladığı zaman uzun süren savaşlar ve çatışmalar son bulmuş, ortama huzur hakim olmuştu. Buna rağmen herkes Romalıların başlarından çekilmesini istiyordu. Kitapta ticaret yapan bir Fenikeli bunun hakkında şöyle bir tespitte bulunur: İnsanlar iyi ve adil bir yabancının yönetimi altında olmaktansa, ne kadar sert bir yönetimi olursa olsun, kendi içlerinden bir haydutun yönetimi altında olmayı tercih ediyorlar.
Bu bana kalırsa özgürlük hissiyle alakalı. Başka milletten, özellikle sevmedikleri ırktan birilerinin hakimiyeti altında olmaları insanlarda gurur kırıcı bir kısıtlanma hali yaratıyor.
Hazır özgürlük kavramına giriş yapmışken burada "kölelik"ten de konuşmak istiyorum. Günümüz şartlarında bize çokça insanlık dışı bir davranış olarak gelse de o zamanlar epey normal bir durum. Savaş sonucu ele geçirilen veya suç işledikleri için köle olarak cezalandırılan insanların yanında bir de doğuştan köleler var. Ailesi bir evde köleyse eğer doğan çocuk da kurallar gereği o evin kölesi haline geliyor ki kimse doğacağı aileyi seçemeyeceği için bunun ne kadar mantık dışı bir davranış olduğunu hepimiz rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bizim fikrimizden sonra kitapta bununla ilgili söylenen, düşünülen, birkaç cümleye yer vermek istiyorum. Bu düşünceler genel olarak insanların statü olarak değil başka durumlarla köle konumunda olabileceğiyle alakalı. Aerika'mız bu konuya şöyle örnek veriyor: "Eğer kölelik özgürlüğün kısıtlanmasıysa, hiç kuşku yok ki, mesela maden ocaklarında birçok gerçek köle var. Bunun yanında hepimizin tanrıların ya da tanrılar ideasının köleleri olduğumuz veya iş oraya kadar varırsa, yasaya tabi olduğumuz söylenebilir."
Evet sevgili okurlarımız, bu inceleme yazısının sonuna gelmiş bulunmaktayız. Açıkçası benim en sevdiğim kitaplardan biri haline geldi bu eser. Gerek akıcılığı gerek içerdiği derslerle. Hepinize, eğer okumadıysanız, mutlaka okumanızı öneriyorum ki benim burada yer veremediğim daha nice güzel cümleler var.
Herkese okuduğu için çok çok teşekkür ediyorum. Bir sonraki inceleme yazılarımızda görüşmek üzere, hoşça kalın!
Görüşmeye katılın