Özgürlüğün Esir Alınışı: Mecburiyet
Özgürlüğün Esir Alınışı: Mecburiyet
Merhabalar HaftalıkMag+ okurları, bugünkü yazımda birçoğumuzun en az bir kere duymuş olduğu yazar Stefan Zweig'ın "Mecburiyet" adlı eserini inceleyeceğim. Yazımda, eserde sizleri bekleyen içerikten bahsedeceğim, yani hikâyenin ilerleyişiyle ilgili spoiler içermeyen bir inceleme olacak. Eseri size daha anlaşılır kılabileceğini umarak bazı şeylerden bahsedeceğim. Mutlu yerinizdeymişcesine okuyabilirsiniz!
2020 yılında 100. yaşını deviren Mecburiyet, daha çok yazdığı novellaları (Satranç, Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat, Bilinmeyen Bir kadının Mektubu, Ay Işığı Sokağı...) ile bilinen, savaş karşıtı olan Stefan Zweig'a aittir. Okuduğumuz bu öykünün, aslında Zweig'ın yaşadıklarını ele alıyor olması da elbette ki bu kitabın ilgi çekici olmasının nedenlerinden biridir. Biz "Stefan Zweig'ın Mecburiyet'i" diyorsak, iki anlamı vardır bunun: İlk olarak, yazarın eserini belirtmek için kullanırız; ikinci olarak ise, Stefan Zweig'ın hissettiği mecburiyetten bahsederiz, çünkü gerçekten de Stefan Zweig'ın o bir türlü kurtulamadığı mecburiyetini okuruz. Yani Zweig, gerçekten de yaşadığı şeyleri aktarmıştır eserine.
Mecburiyet kavramı için ulusal bir sözlük işlevi görebilecek olan bu eser, Ferdinand karakterinin sürekli iki taraflı çatışmasını -mecburiyeti ve özgürlüğü- anlatır. Bir ressam olan Ferdinand, ülkesindeki savaş sorunundan uzaklaşmak için eşi Paula ile İsviçre'ye kaçmıştır. Bir sabah eline ulaşan zarfı açtığında, askerlik görevini yapması için çağrıldığını öğrenir. O an Ferdinand, özgürlüğünden olur; onun için mecburiyet dönemi başlamıştır artık. Yine de şunu söyleyebiliriz ki; Ferdinand'ın mecburiyeti hep oralardaydı, sadece açığa çıkabileceği zamanı kolluyordu.
Bedeni savaştan uzakta duruyordu Ferdinand'ın, ama ruhu; savaştan hiç çıkmış mıydı?..
Eserlerinde insan psikolojisini ele almasıyla tanıdığımız Zweig, bu eserinde savaşla karşı karşıya kalma durumunda bir insanın içine gireceği psikolojiyi incelemiştir. Eserin, askerlikle, savaşla ilgili olması sizi uzaklaştırmasın; Mecburiyet, herkesin kendi hayatından bir şeyler bulabileceği bir eserdir. Evet, konumuz askerî yönden bir mecburiyettir belki ama, sonuçta mecburiyettir; bir kez bile mecburiyet hissine kapılmış herkes bu eserle bir bakıma bağlantıya geçebilir.
Ferdinand'ın mecburiyeti, özgürlüğünü kısıtlıyor, önce ruhunu; sonra da bedenini ele geçiriyor. Zihniyse bu çatışmayı yönetiyor. Bir kısımda, (İş Bankası Yayınları, Syf. 8) Ferdinand, elinde duran zarfı parçalamak istiyor, ama beklemediği bir şekilde elleri, zarfı dikkatlice açıyor. Mecburiyetinin Ferdinand'ın bedenini nasıl ele geçirdiğini burada görebiliriz.
Peki bu mecburiyetin kaynağı nedir? Vatana olan bağlılık mıdır? Yoksa vatanından nefret ediyor olsa bile kişinin içinde oluşan vicdan azabı mıdır? Belki ikisi de değildir...
Eseri okumaya başlarken eksik bir şeyler olduğunu düşünüyordum. Ferdinand'ın ilk başta mecburiyet hissine kapılmasının çok ani olduğunu, bu yüzden de okurun takılacağını düşünüyorum. Ne demek istiyorum burada, şöyle demek istiyorum: Önce karakterimizin askerlik göreviyle ilgili haberler görmesi, okurun içine sorular bırakabilirdi; böylece heyecan, merak gibi unsurlar artardı. Peki, bahsettiğim haberleri biraz detaylı ele alalım. Tabii ki de gücünün yeteceğini düşündükleri herkesi göreve çağırıyorlardı, o yüzden bu haberler Ferdinand'ı etkilemezdi; çünkü ne de olsa normal bir durumdu bu. Peki ya gördüğü haberlerde "HERKES göreve!" benzeri şeyler yazılmış olsaydı?.. Ferdinand, bu durumdan etkilenmeyecek olsaydı bile haberde yazan "herkes" -haberde tam olarak herkesten bahsedilmediği hâlde- Ferdinand'ı içten içe etkileyecekti, Ferdinand üstüne alınacaktı, belki de vicdanı harekete geçecek, onu rahatsız edecekti.
Beni çok düşündüren bir kısım var, sizlere bundan bahsetmek istiyorum.
Söylediğim gibi mecburiyet, özgürlük ile çatışma hâlindedir. Mecburiyet ruha ve bedene, yani insana, el koyarken, insanı sınırlandırırken özgürlük; ruhun ruh, bedenin de beden gibi hissetmesini ister, insanın sınırlarını aşmasına izin verir, "İnsan ne isterse, o." der. Eserde de anlayabileceğiniz üzere bu iki zıt yönün çatışması vardır. Zweig'in, bu iki zıt yönü karakterler aracılığıyla okura ilettiğini düşünüyorum: Ferdinand, özgürlüğün düşüncesinden bile yoksun, mecbur hissettiği anda çoktan vazgeçmiş olan bir karakter. Öte yandan Paula, sonuna kadar özgürlüğü savunan, ne olursa olsun özgürlüğü için çabalayabilecek bir karakter. Ferdinand, mecburiyetine boyun eğip kendini teslim etmeye gitmek konusunda eminken, Paula ona engel olmaya çalışıyor. Yani, eserin kendisinin bir mecburiyet-özgürlük çatışması olmasının yanı sıra, karakterler üzerinden de bir mecburiyet-özgürlük çatışması görürüz sahiden.
Neden Seviliyor?
Stefan Zweig, ülkemizde en çok okunan yazarlardan biridir. Nedeni daha çok kısa öyküler yazması olsa bile, birçok insan bir Zweig eseri okuduktan sonra ikincisine geçmeden edemez. Peki neden? Çünkü Zweig, bahsettiğim gibi; psikolojik tahlil yapmak açısından büyük bir isimdir. İnsanlar genelde "Aa, bu karakterin yaşadıklarını bazen ben de yaşıyorum." gibi şeyler söylüyor, çünkü Zweig'ın eserlerinde herkes kendinden bir parça bulabiliyor. Mecburiyet için de geçerlidir bu. Yazar, okura karakterlerin hissettiklerini başarılı bir şekilde aktarıyor, bu sayede okuru etkiliyor. Stefan Zweig ve onun eseri "Mecburiyet" işte tam da bu yüzden seviliyor.
Mecburiyet, kapının açık olmasına rağmen, nefret ettiği o odadan kaçamayanların öyküsüdür.
Görüşmeye katılın